www.EhlibeytKutuphanesi.com
içindekiler i

 

     EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'NIN SÜNNET-İ NEBEVİ'E HUSUSUND AKİ İHTİLAFLARI:

        Sünnet-i Nebevi konusunda Şia ile Ehl-i Sünnet arasındaki ihtilaf iki önemli nedenden kaynaklanıyor.

        Birinci sebep: Hangi hadisin sahih ve hangi hadisin senet yönünden sahih sayılmayacağı hususundaki görüş farklılığıdır. Şia mezhebi sünnet-i Nebevi diye sunulan bir çok hadislerin senet yönünden sahih olma vasfmı
taşımadığını ileri sürmektedir.

        Başka bir ifadeyle Şia bir takım hadislerin sıhhatine itiraz ederek ra vilerinin sahabeden olmalarına rağmen adil olmadığını söylüyor. Zira Şia, Ehl-i Sünnet'te olduğu gibi, tüm sahabenin adil olduğuna inanmıyor.

        Buna ilaveten eğer bir hadis, Ehl-i Beyt imamlarından gelen rivayetlerle çelişirse o hadisin sağlam bir hadis olmadığına inanılır. Şia'ya göre ravinin derecesi her ne kadar Yüksek olursa olsun, eğer bir rivayet Ehl-i Beyt imamlarının



218 DOĞRULARLA BİRLİKTE

hadisleriyle bağdaşmazsa Ehl-i Beyt imamlarının rivayetlerini ölçü kabul etmek gerekir. Onların bu hususta Kur'an ve hatta muhaliflerin nezdinde bile doğruluğu sabit olan sünnetten birçok delilleri vardır. Bunlardan bazısına daha önce değindik.

        İkinci sebep, hadisi anlamak ta doğan ihtilaftır. Zira bir hadisi Ehl-i sünnet bir manaya yorumlarken, Şia ayrı bir manaya yorumluyor. Örneğin daha önce işaret ettiğimiz,
"Ümmetimin ihtilafı rahmettir" hadisini, Ehl-i sünnet "Dört mezhebin fıkhi hükümlerde ihtilaf etmelerinin müslümanlar için rahmet olduğuna" tefsir ederken, Şia ise "Ümmetinin bazısının bazısına gidip ilim öğrenmesinde rahmet vardır" anlamına yorumluyor. Yani "ihtilaf" kelimesini dolaşmak ve gidip, gelmek anlamında olduğunu söylüyor.

       Bazen de Şia ile Ehl-i sünnet'in ihtilafı, hadisin manası hususunda değil, hadisten kastedilen şahısların kim olduklarından kaynaklanıyor. Örneğin, Hz. ResuluIlah
(s.a.a)tan nakledilen:

                                                                       

"Benim sünnetime ve benden sonra gelen Hülefa.i Raşidin'in sünnetine sarılın", hadisini Ehl-i sünnet dört halifeye yorumluyor: Ama Şia bu hadisten Hz. Imam Ali'den başlayıp Hz. imam Hasan el Askerinin oğlu olan Hz. imam Mehdi de son bulan on iki imamın kastedildiğini söylüyor.


EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'NIN İHTİLAFLARI....  / 219

Yine Hz. Resulullah (s.a.a)ın:
                                             

       
"Benden sonraki halifeler on iki tanedir; hepsi de Kureyş'tendir", hadisinden Şia on iki Ehl-i Beyt imamları kastedildiğini söylerken, Ehl-i Sünnet bu hadis için doyurucu bir tefsir bulamamaktadır. Bununla birlikte İslam ümmeti, hatta Resulullah'la (s.a.a) ilgili olan tarihi olaylarda bile ihtilafa düşmüştür. Örneğin, Ehl-i Sünnet Rabiu'l Evvel ayının on ikisini Resuluılah (s.a.a)ın doğum günü olarak kutlarken, Şia aynı ayın on yedisini Hz. peygamber'in doğum günü olarak kutluyor.

        Hz. Resuluılah (s.a.a)ın kendisi gibi herkes tarafından kabul edilen ve hükmü herkese geçerli olan bir önder olmadığı takdirde Sünnet-i Nebevi'de ihtilaf olacağı tabii ve kaçınılmaz bir şeydir. Böyle bir önderde Hz. Resuluılah (s.a.a) gibi ihtilafı yok edip, niza unsurunu söküp atar onlara zor gelseydi bile yine de Allah-u TeaJft'nın indirdiği şekilde hükmederdi. Resuluılah (s.a.a)ıan sonra da İslam ümmetinin arasında böyle bir şahsın bulunması zorunludur. Bu aklın da hükmettiği bir şeydir. Hz. Resuluılah (s.a.a)ın bu gerçekten gaflet etmesi mümkün değildi. Zira ümmetinin ondan sonra Kur'an'ı te'vil ederek çeşitli fırkalara ve mezheplere bölüneceklerini biliyordu. O halde o Hazret'in bu ümmeti hidayet edip, doğru yoldan saptıklarında onları tekrar hakka yöneltecek ve onlara önderlik edecek güçlü bir hidayetçi ve önder tayin etmesi gerekirdi. Ve Şia inancına göre



220 / DOĞRULARLA BİRLİKTE

Resulullah (s.a.a) Allah'ın emriyle bu görevi yapmış ve kendisinden sonra müslümanlar için her ihtilaf ettikleri hususta baş vurmaları gereken iki değerli emanet bırakmıştır. Bunların birincisi Kur'an, diğeri ise Ehl-i Beyt'tir (yani on iki masum imam, yani Hz. Ali (a.s) ve evlatlarıdır).

        Müslümanlar bunlara uydukları takdirde sapıklıktan kurtulurlar. Ve bunların birinden ayrı düşmek diğerinden de ayrı düşmeği gerektirir. Çünkü bunlar kıyamete kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Bu mesele kesin delillerle ve Peygamber (s.a.a) vasiyetiyle de sabit bir şeydir.

        Ehl-i Beyt imamlarının birincisi Hz. Ali'dir. Peygamber'in kendisinden sonra müslümanların önderi olarak tayin ettiği Ali (aleyhisselam) ilk doğduğu günden beri kemale erineeye dek Peygamber (s.a.a)in özel terbiyesi altında yetişmiş ve ResuluHah (s.a.a) Ali (a.s) ile nisbetinin Hz. Harun'un Musa'ya olan nisbeti gibi olduğunu açıklamıştır. Yine buyurmuştur ki:

                                          

«Ben onlarla Kur'an'ın nüzulu için savaşıyorum, sen (ey Ali) onlarla Kur'an'ın te'vili için savaşacaksın.»(1) Ve yine şöyle buyurmuştu:

-------

1 - Harezmi'nin yazdığı "EI Menakib", s.44 - Yenabiu'l Mevedde, s233 - El İsabe, c.1, s.25 - Kifayet'ut talib, s334 - Müntehab-u Kenz-il Ümmal, c5, s36 - İhkak-ul Hakk., c.6, s37.



EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'NIN İlITİLAFLARI...... /  221

                                                            

        "Ey Ali, sen benden sonra ümmetimin ihtilaf ettikleri konulan izah edeceksin."(1)

        Kur'an-ı Kerim Allah-u Tealirnın kitabı olduğu halde, samit (konuşmayan) bir kitap olduğundan çeşitli konulara ayrılabileceğinden batini ve zahiri var olduğundan yani açıklanıp tefsir edilmeye muhtaç olduğundan, onun te'vili uğrunda savaşan ilahi bir öndere ihtiyacı vardır. Diğer yandan, sünnetin de böyle bir koruyucuya ihtiyaç duyduğu apaçıktır.

        Kitap ve sünnetin hali böyle olunca, Hz. Resuluılah (s.a.a) konuşmayan iki hüccet bırakması düşünülemez. Çünkü kalplerinde sapıklık olanların kendi amaçları doğrultusunda bunları te'vil etmeleri, fitne çıkarmak ve dünyayı elde etmek amacıyla müteşabihata tabi olmaları ve sonra da yaptıklarını doğru göstermek amacıyla Kur'an ve sünnetten bazı deliller uydurmaları her zaman için mümkün olan bir olay haline gelirdi. Bu ise sonradan gelenlerin Hüsn-ü zan gereğince öncekilerin adil olduğuna itikat edip aynı yanlış yolu sürdürmelerine sebep olurdu. Neticede kıyamet günü de yaptıklarına pişman olup Ahzap suresinin 66-67. ayetleriyle A'raf su resi nin 38. ayetlerinin kapsamına

- --- - --- - ----------

1 - Müstedrek-i Hakim, c.3, s.122 - İbn-i Asakiri'nin yazdığı "Tarih-i Dimeşk, c.2, s.488 - Harezmi'nin yazdığı "EI Menakib", s.236 - Menavi'nin yazdığı "Kenz'ul Hakaik", s.203 - Müntehab-u Kenz-il Ümmal, c.5, s33 Yenabiu'l Mevedde, s.182.




222 DOĞRULARLA BİRLİKTE

girmelerini gerektirirdi. Allah-u Teala bu ayetlerde şöyle buyuruyor.

                              
        "O gün yüzleri, ateş içinde renkten renge girerken ne olurdu derler, Allaha itaat etseydik, ve Peygambere itaat etseydiko Ve rabbimiz derler gerçekten de uIularımıza ve büyüklerimize itaat ettik de onlar, sapıttı yolumuzu; rabbimiz, onları iki kat azaplandır ve onlara pek büyük bir lanetle lanet et"

        "Her ümmet, ateşe girdikçe kendi dindaşma lanet edecek, sonunda birbiri ardınca hepsi de orda toplanacak. Son girenler evvelce girenler için rabbimiz diyecekler, işte bunlar bizi doğru yoldan çıkardı, bir kat daha fazla azap et onlara. Her zümre için diyecek, kat-kat fazla azap var amma siz bilmezsiniz."

        Allah-u Teala'nın Peygamber göndererek doğru yolu açıklayıp, beyan etmediği bir ümmet yoktur. Fakat onlar Peygamberlerinden sonra Allah'ın kelamını te'vil ve değiştirmeğe gitmişlerdir. Acaba Hz. İsa (a.s)nın Hiristiyanlara "Ben Allah'ım" diye söylemiş olduğunu hiç


EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'NIN İHTİLAFLARI / 223

bir akıllı insan düşünebilir mi? Hayır, Kur'an-ı Kerim'in buyurduğu gibi Hz. İsa "Onlar'a bana emrettiklerinden başka bir şey söylemedim" diyor, fakat heva ve hevese uyan, dünya sevgisi ve arzular, Hiristiyanları akidevi yönden bu noktaya getirmiştir. Acaba Hz. İsa ve ondan önce de Hz. Musa, Hz. Muhammed (s.a.a)in geleceğini müjdelememiş miydi? Ama onlar Muhammed ismini kurtarıcı olarak değiştirmediler mi?
   
        Acaba İslam ümmetinin- bir fırkası hariç, hepsi
cehennem ehli olan - yetmişe aşkın fırkaya bölünmesi te'vil sebebiyle olmamış mıdır? İste biz de bu gün o fırkalar arasında yaşıyoruz. Acaba kendi fırkasının sapıklığa düştüğünü kabul eden bir fırka var mıdır? Başka bir tabirle, acaba Allah'ın kitabı ve Peygamber (s.a.a)in sünnetine aykın hareket ettiğini kabul eden bir İslam mezhebi var mıdır? Aksine, hangi İslam mezhebinden sorarsan sor, kendisinin Allah'ın kitabı ve Peygamber (s.a.a)in sünnetine amel ettiğini iddia ediyor. O halde çözüm nedir?

        Acaba çözümün ne olduğunu Resulullah (s.a.a) ve daha doğrusu Allah-u Teala (neuzu billah) bilmiyor muydu? Bu sözden Allah'a sığınırIm. Allah-u Teala kullanna karşı büyük lülüf sahibidir. Okullarının hayrını ister. O halde Allah-u Teala helak olanın da doğru yolu gördükten sonra yani delil ve beyyine üzere hel ak olması ve kurtulanın da delil ve beyyine ile kurtulması için hidayet yolunu aşikar kılmıştır. Allah-u Teala kullarını kendi başına, hidayetsiz bırakmaz. Aksi taktirde neuzubillah Allah-u Teala'nın insanları ateşe




224 i OOĞRULARLA BİRLİKTE

götürmek için ihtilaf ve dalalete sürüklemek istediğine itikad etmemiz gerekir. Bu ise batıl ve yanlış bir inanÇtır. Allah-u Teftiırnın celal, hikmet ve adaletine layık olmayan bu sözden Allah'a sığıniyorum

      O halde Hz. Resulullah (s.a.a)ın müslümanlara Allah'ın kitabı ile kendi sünnetini bıraktığını buyurması ümmetinin kendisinden sonra karşılaşacakları kesin olan ihtilaf ve çıkmazların halli için tam bir çözüm yolu değildir. Çünkü heva-hevese uyarak te'villere başvuran engel olamadığı gibi cehaletten doğan sapmaların da önünü almamaktadır. Görmüyor musun hariciler imamlarma karşı çıkmak istediklerinde, "Ey Ali hüküm senin değil, sadece Allah-u Teala'nın hakkıdır "Şiarına sarılmışlardır! Bu oldukça göz alıcı bir şiar idi. Bunu duyan kimse bu sözü söyleyen in beşerin hükmetmesini reddederek, Allah'ın hükümlerini istediğini zanneder. Oysa gerçek bunun tersi idi. Allah-u Teala Bakara suresinin 204. ayetinde şöyle buyuruyor.

                                
        "İnsanlardan öylesi var ki dünya yaşayışı hakkında söylediği söz, seni şaşırtır, imrendirir, kalbindekine de Allah'ı tanık tutar. Halbuki o, düşmanların, en inatçısıdır."

        Evet çoğu kez göz alıcı sloganların arkasında nelerin gizlendiğini bilmeden aldanıyoruz Fakat ilim şehrinin kapısı olan Hz. Ali bunu biliyordu. Bu yüzden cevap olarak

EHL-İ SÜNNET VE şİA'NIN İHTİLAFLARI  / 125

buyurdu ki:
                                                   

        "Hak sözdür, ama ondan batıl kastedilmektedir."

       
Batıl kastedilen hak sözler oldukça çoktur. Hariciler Hz.Ali'ye "Hüküm Allah'a mahsustur, sana değil ey Ali, "dediklerinde acaba Allah-u Teala'nın - haşa - yeryüzünde tecessüm edip onların ihtilafa düştükleri konularda hükmetmesini mi kastediyorlar? Yoksa onlar Allah'ın Kur'an'daki hükümlerini daha mı iyi biliyorlardı? Fakat Hz. Ali'nin bunları-haşa - kendi görüşü doğrultusunda te'vil ettiğine mi inanıyorlardı? Bu husustaki delilleri ne idi? Onlara, pekala kendilerinin de Allah'ın hükmünü te'vil ettiklerini söyleyen olabilirdi. Oysa Hz imam Ali, onlardan daha bilgin, daha sadık ve daha önce İslam'a inanmış bir kimse idi. Acaba İslam, onun gittiği yoldan, ayrı bir yol muydu? O halde zikredilen söz basit insanları aldatarak, Hz Ali'ye karşı yaptıkları savaşta yardımlarını kazanmak için çıkar uğruna ortaya atılan aldatıcı bir slogandan başka bir şey değildi.

        Bu gün de tarih, olduğu gibi tekerrür etmektedir. İnsan aynı insandır. Kurnazlık, hile ve aldatmaya başvurmak ortadan kalkmamıştır. Aksine daha da çoğalmıştir. Zira bu günün sözde kurnazları öncekilerin tecrübelerinden de yararlanıyorlar. Dolaysıyla günümüzde de nice hak sözler vardır ki onlardan batıl kastediliyor. Günümüzde Vahhabilerin ortaya attıkları tevhid çağrısı ve şirke karşı attıkları sloganları da bunun açık örneklerindendir. Hangi müslüman ilke olarak buna muvafık olmaz ki? Ama derin
 



226 / DOĞRULARLA BİRLİKTE


düşünce sahibi insanlar iyice biliyorlar ki, bu sözlerden batıldan başka bir şey kastedilmiyor.

        Baasçıların "Ebedi risalet sahibi tek bir Arap ümmeti" sloganı da böyledir. Hangi Arap milliyetçisi (Baa's partisinin ve Hıristiyan kurucusu Mişel Aflak'ın gizli hedeflerini bilmezse) bu slogana aldanmaz ki?

        Allah'ın selamı sana olsun ey Ali, senin şu hikmetli sözün asırlar boyu kulaklarda çınlamış ve çınlayacaktır. "Nice hak sözler var ki, onlardan batll murad edilmektedir."

        Bir alim minbere çıkıp en yüce sesiyle "Kim, ben şiayım derse biz ona "sen kafirsin" deriz, ve kim, ben sünniyim derse biz ona da kafir deriz. Biz ne şiilik ve ne de sünnilik taraftarıyız; biz yalnızca Islam'ı istiyoruz." Bence bu da batıl kastedilen hak bir sözdür. Acaba bu alim hangi İslam'ı istiyor? Günümüzde bir kaç çeşit islam anlayışı vardır. Hatta ilk asırdan itibaren, İslam çeşitli mezheplere bölünmüştü. O zamandan beri bir tarafta Hz. Ali'nin savunduğu İslam diğer yanda da Muaviye'nin savunduğu İslam vardı. Hatta iş savaşa kadar vardı. Yine daha sonraki dönemde bir tarafta bayraktarlığını. Hz. Hüseyin'in üstlendiği İslam vardı; diğer yanda da İslam adına Ehl-i Beyt'i öldüren ve Hüseyin'in kendi aleyhine kıyam ettiği için İslam'dan çıktığını iddia eden, içki içen ve meymun oynatan Yezid'in İslam'L Yine bir yanda Ehl-i Beyt imamlarıyla onların taraftarlarının savunduğu İslam anlayışı var idi ve diğer yanda hakim olan hükümdarlarla onlara uyanların İslam anlayışı var idi.


EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'NIN İHTİLAFLARI  /  227

Böylece tarih boyunca müslümanlar arasında ihtilafın sürüp gittiği ni görüyoruz.

        Bunun bir diğer örneği de, günümüzde Batı'nın ılırnh diye adlandırdıkları Yahudi'lerin ve Hristiyanların tahakkümüne karşı çıkmayan ve süper güçlerin siyasetine dokunmayan bir İslam anlayışıyla, Batı'nın bağnazlık ve taassupla, suçladıklan Allah aşıklarının ortaya koyduğu hakiki bir islam anlayışı vardır.

        Bütün bu geçen bahislerden sonra, ben Resulullah'ın (s.a.a) "Ben size Allah'an kitabıyla sünnetimi bırakıyorum" buyurduğunu tastik edemem. O halde gerçek bütün açıklığıyla ortaya çıkıyor ki, müslümanların doğruluğunda icma ettikleri ikinci hadis yani "Ben sizlerin aranazda iki önemli emaneti: Allah'ın kitabına ve Ehl-i Beyt'imi, bırakıyorum" hadisi sahih ve kesindir. Çünkü bu hadis, bütün sorunları çözmektedir. Artık Resuluılah (s.a.a)ın müracaat etmemize emrettiği Ehl-i Beyt'e baş vurduktan sonra, ne Kur'an'dan bir ayetin te'vil ve tefsirinde bir ihtilaf, ve ne de Sünnet-i Nebevi'den bir hadisin tefsir veya tashihinde herhangi bir sorun kalıyor. Özellikle de Hz. Resuluılah (s.a.a)m merci olarak tayin ettiği bu zatların gerçekten de bu makama layık olup, bu işin ehli olduklannı da biliyoruz. Çünkü hiç bir müslüman bu zatların yüce ilim, zühd ve takvalannda şüphe etmemektedir. Allah-u Teala onlardan her türlü pisliği gidererek onları tertemiz kılmış ve onlara kitap ilmini vermiştir. Onlar ne Kur'an'a muhalefet ederler ne onda ihtilafa düşerler ve ne de kıyamete kadar




228 /  DOĞRULARLA BİRLİKTE

ondan ayrılırlar. Nitekim Hz. Resulullah (s.a.a) sakaleyn hadisinde şöyle buyurmuştur.

                        

        "Ben aramzda iki halife bırakıyorum; Allah'ın kitabı ki o gökten yere sarkıtllan bir iptir ve benim itretim Ehl-i Beyt'imio Onlar (kevser) havuzun başında tekrar bana dönünceye kadar bir birlerinden ayrllmayacaklardıro"(1)

       
Işte bu hakikatleri dikkate alarak ben doğrularla olmanın yolunun bu gerçekleri kimseden çekinmeden söylemekte olduğunu biliyorum. Amacım diğerlerini razı etmekten, önce Allah'ın nzasını kazanmak ve kendi vicdanımı razı etmektir.

        Dolayısıyla bu konuda Hz. Resuluılah (s.a.a)ın vasiyetine tabi olan Şia haklıdır. Şiiler hakiki anlamda Ehl-i Beyt'e uymakta, onları kendilerine önder ve imam kabul etmekte ve onları sevip kendilerine iktida etmekle Allah-u Teala'ya yakınlaşmaktadır. Böylece Resuluılah (s.a.a)ın hadisinde de va' d edildiği gibi Allah'ın izniyle dünya ve ahirette saadete kavuşma liyakatini elde etmektedirler.

        Kıyamet gününde her şahıs kendi sevdiği ile mahşere gelecektir. O halde Ehl-i Beyt'i sevip onların hidayetine

-------

1 - Musned-i Ahmed, c.5, s.122 - Durr'ul Mensur, c2, s.60 - Kenz'ul Ümmal, c.1, s.154 - Mecmeu'z zevaid, c.9 , s162 - Yenabiu'l Mevedde, s.38 ve 183 - Abaka'ul Envar, c.l, s.16 - Müstedrek-i Hakim, c.3, s.148.



EHL-İ SÜNNET VE ŞİA'NIN İHTİLAFLARI / 229

iktida edenler nasıl onlarla birlikte haşrolmasm ki? Zamahşeri bu konuda şöyle diyor.

"Şüphe ve ihtilaflar çoğalımış, herkes de
Kendisinin doğru yolda olduğunu iddia ediyor.
Ben ise la ilahe illellah ile
Ahmed'e ve Ali'ye olan sevgime sarılmışım.
Bir köpek Ashab-ı Kehf'i sevmekle saadete erdi. Peygamber'in Ehl-i Beyt'ini sevmekle nasıl şekavet ehli
olurum?" (1)

        Ey Allah'ım, bizi de onların velayet ipinden tutanlardan, onların yolunda gidenlerden, onların gemisine binenlerden, onların imametine inananlardan ve onların zümresinde haşrolanlardan karar kıl! Sen gerçekten de istediğini doğru yola hidayet edersin. (Amin ya Rabb'el Alemin).

----------------