Yunus Emre

         Alevî edebiyatının Kaygusuz Abdal’la birlikte iki kurucusundan biri olan Yunus Emre’nin hayatı hakkında diğer Alevî şairlerine oranla daha şanslı olduğumuzu söylesek de, yeterli bilgiye sahip olmadığımızı belirtmek zorundayız. Alevîliğin belli bir dönemden sonra yazılı kaynaklara olan yabancılığı, ne yazık ki bu durumu -yani Alevîliğin Anadolu’daki tarihine ilişkin bilgi yetersizliğini- desteklemiş ve bu süreç günümüze kadar uzanmıştır. Şimdi elimize ulaşan kaynaklara dayanarak Alevî şairlerinin en büyüklerinden olan Yunus Emre’yi tanımaya çalışalım.

         Doğum Tarihi ve Yeri

Yunus Emre’nin doğum tarihi hakkında net bir tarih olmamakla birlikte Onun Hacı Bektâş-ı Veli ile görüştüğünü ve bu görüşme esnasında Hacı Bektâş’tan küçük olduğunu biliyoruz. Yunus’un hayatı ve eserleri hakkında oldukça etraflı bir çalışma yapan Mustafa TATÇI, Yunus’un doğum tarihini 1240-1241 alır ve çağdaşları olan mutasavvıfların ölüm tarihlerine göre Yunus Emre’nin yaş durumunu çıkarır ki[1], bizim de kanaatimiz bu yöndedir.

 

 Adı                           Ölüm Tarihi                Yunus’un Yaşı

Ahi Evran                         M. 1261                           21

Mevlâna                           M. 1273                           33

Hacı Bektâş-ı Veli             M. 1275                           35

Sultan Veled                     M. 1313                           75

 

Yunus’un doğum yeri hakkında değişik rivayetler olmakla birlikte, bunlardan en meşhuru Vilayetnâme-i Hacı Bektâş-ı Veli’de de yer alan Yunus Emre’nin Sivrihisar’a bağlı Sarıköy doğumlu olduğudur.[2]

Abdulbâki GÖLPINARLI, şeyhi Tapduk Emre’nin Sakarya Havzasında yaşadığını, bu bakımdan Yunus Emre’yi Sarıköylü olarak kabul etmemiz gerektiğini söyler.[3]

Fuat KÖPRÜLÜ de, Yunus’un doğum yerini Sakarya havzası olarak görür ve Yunus’un Sivrihisar yahut Bolu mülhakatından Sakarya suyu civarında yetişmiş bir Türkmen köylüsü olduğunu söyler.[4]

Nihat Sami BANARLI da, aynı görüşü paylaşarak Vilayetnâmedeki bilgileri tekrarlar.[5]

         Erzurumlu İbrahim Hakkı ise, Marifetnâme adlı eserinde Yunus Emre’nin Erzurum’un Tuzcu Köyünden olduğunu söyler.[6]

         Adı ve Mahlasları

Yunus Emre’nin adı en eski kaynaklardan itibaren Yunus Emre olarak geçmiş, çoğu kere Yunus adı tek olarak kullanılmıştır. Kanaatimizce Yunus Emre’nin gerçek adı Yunus olmalı, Emre ismi ise Tapduk Emre’ye intisap ettikten sonra, bağlılığı bildirmek maksadıyla kullanılmış olmalıdır.

Yunus Emre dışında Yûnus, Yunus Dedem, Miskin Yunus, Aşık Yunus, Bî-çare Yunus, Tapduk Yunus, Koca Yunus, Derviş Yunus mahlasları Onun şiirlerinde kullandığı diğer mahlaslardır.

         Ailesi

Yunus Emre, tarihin sahnesine Hacı Bektâş-ı Veli’ye buğday için başvurmuş genç bir Türkmen köylüsü olarak çıktığı için babası, annesi, soyu hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz; lâkin bazı kaynaklar Yunus’un Horasan’dan göç eden Türkmenlerden olduğunu kaydeder.

Ama insanı insan olduğu için seven ve değer veren Yunus, kendi tabiri ile ‘ete kemiğe bürünmüş’ , ‘Yunus diye görünmüş’tür.

Diğer taraftan Yunus Emre’nin evlenip-evlenmediği, çocuklarının olup-olmadığı hala cevaplanamamıştır. Ama bazı kaynaklarda Tapduk Emre’nin kızı ile evlendiği ve birkaç çocuğu olduğu kaydedilmiştir.

         Tahsili

Tarihsel kaynakların bize öğrettiğine göre, Baba İlyas’ın halifesi olan Hacı Bektâş-ı Veli’ye buğday için giden Yunus’a Hünkar ‘nefes’[7] teklif eder. Fakat Yunus reddederek buğdayı alır ve köyüne doğru yola koyulur. Sonradan hata yaptığını anlar ve geri dönerek, Hünkar’dan ‘nefes’ talep eder. Hacı Bektâş-ı Veli ise Yunus’u reddetmez, fakat kendi halifesi Tapduk Emre’ye yönlendirir. Yunus’un Tapduk Emre’nin dergahında kırk yıl hizmet ettiği rivayet edilir.[8] Yunus Emre, son demlerinde şeyhinden icazet alarak irşatla görevlendirilmiş,[9] şiirlerinden anlaşıldığına göre, Kayseri, Tebriz, Sivas, Nahçıvan, Maraş, Şiraz, Şam gibi illere seyahat etmiştir.

Revaçta olan bir görüş, Yunus Emre’nin ümmi (okur-yazar olmayan) olduğunu söylese de,[10] Yunus Emre’nin şiirlerini dakik olarak inceleyen birisi Onun iyi eğitim alan birisi olduğunu görür.[11] Bize bu mısraları bırakan Yunus, iyi bir medrese eğitimi almış, iyi derecede Arapça ve Farsça öğrenmiş olmalıdır. Ayrıca eserlerinden anladığımıza kadar dini konulara da hakim birisidir. Çünkü Yunus, eserlerinde iman ve ibadete dair konulara ve bu konulara ait kavramların tamamına değinmiş, Kur’an’da adı geçen peygamberlerin neredeyse tamamından bahsetmiş, ayet ve hadislerden alıntılar yapmış, tarihi kişiliklerden örnekler vermiş, İslam irfanına ait bir çok konuyu ustalıkla işlemiştir.[12]

 

         Vefat Tarihi

 

Şiirlerinden ve eldeki kaynaklardan Yunus’un uzun bir hayat yaşadığını anlıyoruz. Yunus’un yaşı hakkında yapılan araştırmalar 80 ile 82 etrafında yoğunlaşmakta olup, bu durumda Yunus’un vefat tarihi 1320 ile 1323 arasına tekabül etmektedir.

 

         Mezarı

 

Anadolu insanı Yunus’u çok çabuk kabul etmiş, sevmiş ve özümsemiştir. Bu yüzden olsa gerek, ünlü ozanımızın mezarının Anadolu’nun bir çok yerinde, hatta Balkanlarda olduğu iddia edilmiştir. Bunlardan bazıları, Eskişehir-Sivrihisar-,Sarıköy, Salihli-Emrem, Afyon-Sandıklı, Dobruca-Yunuslar, Isparta-Keçiborlu, Erzurum-Tuzcu köyleri; ayrıca Aksaray ve Karaman... [13]

Ancak makul olan ve rağbet gören görüş Yunus’un mezarının doğduğu Sarıköy’de olduğudur. Bizim de kanaatimiz bu yönde olup, bu mezarların birden fazla Yunus’un varlığına da işaret edebileceğini söylemeden geçemeyeceğiz.

         GÖLPINARLI, son zamanlarda Yunus’un Sarıköy’de ki mezarı açıldığını, çıkan kafatasını inceleyen uzmanların Yunus’un dâhi bir adam olduğuna kanaat getirdiklerini, iskeletin takriben altı yüz yıl önceye ve seksen yaşlarında bir adama ait olduğunu söylediklerini aktarır.[14]

 

         Dili

 

Yunus Emre Türkçe yazan, fakat hem öz Türkçe, hem Farsça ve hem de Arapça kelimeleri şiirlerinde rahatça kullanabilen bir şairdir. Şairimizin yaşadığı dönemde, ilim ve din dilinin Arapça; devlet, saray ve edebiyat dilinin ise Farsça olduğu düşünüldüğünde, Yunus’un Türkçe yazması ve bunun halk nezdinde yaygınlaşarak bir çok şaire örnek olması, Türkçe’nin yaşaması ve  gelişmesi için bir dönüm noktası olarak kabul edilmelidir.

         Yunus’un kullandığı dil sade olmakla birlikte, Yunus şiirlerine bir çok Farsça ve Arapça kelimeler almış, kimi zaman ise Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçe karşılıklarını bulmuş, kimi Arapça ve Farsça kelimeleri ise Türkçe’nin gramerine uydurarak kullanmıştır.

 

         Sanatı

 

Yunus Emre, hem hece ve hem de aruz vezni ile şiirler yazmıştır; fakat onun aruzla yazdığı şiirlerde dahi hece vezninin havası ve lezzeti vardır. Yunus Emre’yi aruz ile yazmamış kabul etmek ne kadar yanlış ve taraflı bir tutum ise, Onu o dönemde Farisi şairleri taklit etmek için aruzla içi boş ve şekilci bir anlayışla şiirler yazan diğer şairlere benzetmek, bu kategoride değerlendirmek de o kadar yanlış ve taraflı bir tutumdur.

Yunus şiirlerini genellikle İlahi, Nefes ve Nutuk türünde yazmışsa da, kullandığı başlıca nazım türleri arasında; Münacaat, Na’t, Miracname, Şathiye, Nasihatname, Baharname, Vucudname, Fütüvvetname, Salatname gibi türler de yer alır.

Yunus Emre şiirlerinde genellikle İslami, irfani ve insani konulardan bahseder. Allah’tan, sıfatlarından, ilahi aşktan, vahdet-i vucuttan, insanın yaratılışından, insanın vasıflarından, zayıf ve güçlü yönlerinden, peygamberlerden, cennet-cehennemden, dirilişten, namazdan, oruçtan, zekattan, cinlerden, şeytandan, ayetlerden, hadislerden ...

Abdulbâki GÖLPINARLI’nın ifadeleri ile Yunus Emre’nin sanatındaki ve ebedileşmesindeki sır, ‘Özlü ve bilgiyle genişleyen güçlü bir görüş ve anlayış yeteneği, bu yeteneğinin verdiği çağrışım ve hayal gücü, tasavvufla gelişen hoşgörülü, insâni ve ileri bir dünya görüşü, nihayet sanatını halkın hizmetine ve yararına sunduğu için halk ifadesini benimseyiş ve en güç şeyleri bile rahatça ve halk diliyle anlatış...’ tır. [15]

 

         Eserleri

 

Yunus’un bilinen ve günümüze kadar ulaşan iki tane eseri vardır. Bunlardan birincisi Risâletü’n-Nushiyye, ikincisi ise Divân’ıdır.

1.    Risâletü’n-Nushiyye: İrfanlai lgili konuları işleyen bir nasihatname olup, 1307 ile 1308 yıllarında yazıldığı sanılmaktadır. Metin başlangıçla birlikte 600 beyitten müteşekkil olup, aruz vezni ile yazılmıştır.[16]

2.    Divân: Yunus’un en çok tanınan eseri olup, daha hayatta iken ünü yayılmıştır. Yunus zamanından kalma bir yazması yoksa da, değişik miktarlarda şiirlerin bulunduğu divan yazmaları günümüze kadar ulaşmıştır.[17]

 

         Şiirlerinden Örnekler

 

1.

Hiç bilmeyiz kezek kimin?

Aramızda gezer ölüm.

Halkı bostan edinmiştir

Dilediğin üzer ölüm.

 

Bir nicenin belin büker,

Bir nicenin mülkün yıkar,

Bir nicenin yaşın döker

Var gücünü ezer ölüm.

 

Birinin alır kardeşin,

Revan döker gözü yaşın

Hiç onarmaz bağrı başın

Hayır işten bezer ölüm.

 

Yiğidi koca olunca,

Komaz kendiyi bilince,

Birini koyup gelince,

Gözlerini süzer ölüm.

 

Hani onun sevdik yarı,

Kıl tâatın, arı yürü,

Miskin Yunus söyler bunu,

Ejderhalar ezer ölüm.

 

2.

Hiçbir kişi bilmez bizi,

Biz ne işin içindeyiz?

Ne hırsımız vardır bizim,

Ne nefsimiz içindeyiz.

 

Bir kimsenin devletine,

Ta’n ederek biz gülmeyiz,

Ne münkürüz âlimlere

Ne Tersânın kaçındayız.

 

Biz bunun neliğin bildik,

Dünyanın nesine kaldık?

Arzumuz nefs için değil,

Dünya teferrücündeyiz.

 

Yunus der ki: Hey sultanım,

Özge şahım vardır benim

Ko, dünya altın, gümüşün,

Ne bakır û tuncundayız.

 

3.

Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil.

Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil.

 

Hırkanın ne suçu var sen yoluna varmazsan?

Var sen yolunca yürü er yolu kalmaç değil.

 

Dersin şeyhin yoluna yalın ayak, baş açık,

Er var dirlik dirilmiş, yalın ayak aç değil.

 

Durmuş marifet söyler erene Yunus Emre’m,

Yol eriyle yoldadır, yolsuza yoldaş değil.


 

[1] Mustafa TATÇI, Yunus Emre Divanı, İst. 1997, MEB. Yay., 1/42

[2] Hacı Bektâş-ı Veli, Vilayetname, yay. Haz. Esat KORKMAZ, Can yay., İst. 1995, s.93.

[3] Abdulbâki GÖLPINARLI, Yunus Emre, İst., 1995, Varlık-Milliyet yay., s.12

[4] TATÇI, Aynı eser, 1/44

[5] Nihat Sami BANARLI, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İst., 2001. 1/329

[6] TATÇI, Aynı eser, 1/37

[7] Nefes: Bilgi, hikmet

[8] Vilayetneme, s. 93-94.

[9] Turgut KOCA, Bektâşi-Alevî Şairleri ve Nefesleri, İst. 1990, İstanbul Maarif Kitaphanesi, s.11

[10] Bunların arasında Aşık Çelebi, Rıza Tevfik, Hüseyin Vassaf, Fuat KÖPRÜLÜ, Mehmet ŞİMŞEK vb.

[11] Bu görüşü paylaşanlar arasında Abdulbâki GÖLPINARLI, F. Kadri TİMURTAŞ, Bedri NOYAN vb.

[12] M. TATÇI Y.E.D. 1/115 vd.

[13] Turgut KOCA, Bektâşi-Alevî Şairleri ve Nefesleri, s.11,

Yunusun on iki mezarı için bkz.:

Mehmet ŞİMŞEK, dede Korkut Ve Ahmet Yesevî’den Günümüze Uzanan Alevî Ozanlar, İst. 1996, s. 92 vd.

[14] GÖLPINARLI, Aynı eser, s.15

[15] GÖLPINARLI, Aynı eser, s.15

[16] TATÇI, Aynı eser, 1/79

[17] Bunlar için bkz.: M. TATÇI, Aynı eser, 1/82